Dünya
Beş ‘galip’ ülke bir ‘mağlup’ coğrafya.
Bugün dünyanın 150 noktasında savaş, çatışma ve terörden dolayı insanlar hayatını kaybediyor. 200 milyon insan yardıma muhtaç yaşıyor. Tam da bu noktada BM’nin önyargılı ve çifte standartlı politik tutumu tartışılıyor. İstanbul Şehir Üniversitesi’nden Prof. Dr. Berdal Aral kaleme aldı.
Prof. Dr. Berdal Aral - Karar
Ä°nsanî güvenliÄŸin” hiç kuÅŸkusuz insanî kaygıları merkeze aldığını ilân eden BirleÅŸmiÅŸ Milletler (BM) örgütünün en temel uÄŸraÅŸ alanlarından birisi olmak gerekir. Bu baÄŸlamda söz gelimi açlık, yoksulluk, gelir adaletsizliÄŸi ve savaÅŸlar gibi küresel sorunların çözümü büyük önem taşımaktadır. Ne var ki, bu “evrensel” ve “küresel” örgütün en geniÅŸ yetkilerle mücehhez organı olan Güvenlik Konseyi, SoÄŸuk SavaÅŸ sonrasında kendisinden beklenen “insanî güvenlik” eksenli iÅŸlevleri yerine getirmekten uzak kalmıştır.
DoÄŸu-Batı kutuplaÅŸmasının sona ermesi ve dahası Sovyetler BirliÄŸi’nin ve onunla birlikte VarÅŸova Paktı’nın dağılmasıyla birlikte, Konsey’deki önceki karar tıkanıklığının aşılması mümkün olmuÅŸtur. Böylece, 1990’ların baÅŸlarından bu yana Konsey’in hareket kabiliyeti artarken, bu organ kendi kendisine biteviye yeni yetkiler aktarmaktan geri durmamıştır. Böylece “silahlı saldırganlık” durumları dışında kalan vahim düzeydeki insan hakları ihlâlleri, savaÅŸ suçları, kitlesel açlık, askeri darbeler ve iç savaÅŸlar da uluslararası barış ve güvenliÄŸe yönelik ‘tehditler’ olarak bu organın gündemine girmiÅŸtir.
Lâkin bu geniÅŸleyen yetkilerin ne siyasî ne de yargısal bir denetime tâbi olmadığını belirtelim. KuÅŸkusuz Güvenlik Konseyi’nin “uluslararası” düzeyde etkisi olan insanî krizler karşısında tutarlı ve ilkeli bir duruÅŸ sergilemesi hâlinde, bu geniÅŸleyen yetki alanı büyük bir sorun teÅŸkil etmeyebilirdi. Ne var ki, Konsey’in SoÄŸuk SavaÅŸ sonrasındaki özellikle Ä°slam coÄŸrafyası baÄŸlamındaki performansı, bu organa iliÅŸkin iyimser bir beklenti içine girmeyi zorlaÅŸtırmıştır. Konsey’in uluslararası krizler karşısındaki sorunlu tutumu ÅŸu iki nedene baÄŸlanabilir: Birincisi, Konsey’in özellikle veto yetkisi de olan sürekli üyeleri (ABD, Rusya, Çin, Ä°ngiltere, Fransa) genelde ‘ulusal çıkar’ odaklı olarak oy kullanmakta; ikincisi bu çıkar odaklı duruÅŸ nedeniyle Konsey, krizler karşısında tutarlı ve ilkeli bir tutum sergileyememektedir. Bu durumda ÅŸu sorunun gündeme getirilmesi bir bakıma kaçınılmaz olmaktadır: BM Güvenlik Konseyi, Ä°slam dünyasının barış ve güvenliÄŸi için olumlu katkı saÄŸlayan bir organ mıdır, yoksa Ä°slam dünyasının maruz kaldığı savaÅŸların ve yıkımın en azından bir bölümünde sorumluluk payı olan bir organ mıdır? Bu yazımızda, ikinci yaklaşımın daha isabetli olduÄŸunu gösteren bazı bulguları okuyucular ile paylaÅŸacağız.
SoÄŸuk SavaÅŸ’ın hemen sonrasında, 2 AÄŸustos 1990’da Kuveyt, Irak tarafından iÅŸgal edildiÄŸinde, SoÄŸuk SavaÅŸ süresince askeri iÅŸgaller ve müdahaleler karşısında genellikle eli kolu baÄŸlı beklemiÅŸ olan BM Güvenlik Konseyi, bu ‘petrol zengini’ küçük toprak parçasını düşman istilasından kurtarmak için kendisinden beklenmeyecek bir cevvaliyet göstermiÅŸtir. Gerçekten de ABD, Ä°ngiltere ve Fransa bu iÅŸgal sonrasında Konsey’in Irak’a karşı çok kapsamlı yaptırım kararları almasını saÄŸlamışlardır. Konsey, bir müddet sonra da, Irak’ı onlarca yıl geriye götürecek devasa bir savaÅŸ için, ABD’ye ve onunla iÅŸbirliÄŸi yapan devletlere yetki vermiÅŸtir. Buradaki anahtar sözcük, Kuveyt’in zengin petrol kaynaklarının bu müdahaleyi Batı açısından “kârlı” hâle getirmiÅŸ olmasıydı. Oysa ne hazindir ki, aynı dönemde benzer iÅŸgallerin ya da iÅŸgal politikalarının maÄŸduru olan üç Müslüman topluluk konusunda BM Güvenlik Konseyi ciddî bir hareketlilik sergilemekten uzak kalmıştır.
Birincisi, 1988-93 yılları arasında vuku bulan Azeri-Ermeni savaşı sonunda, sadece halkının çoÄŸunluÄŸu Ermeni olan KarabaÄŸ deÄŸil, etrafındaki bazı Azeri toprakları da Ermeni güçlerin eline geçmiÅŸtir. Ä°ÅŸgal yoluyla toprak kazanımı uluslararası hukukça yasaklandığı halde, Güvenlik Konseyi bu konuda “etkili” hiçbir karar almamıştır. Bu iÅŸgal bugün de devam etmektedir. Ä°kincisi, 1992 baÅŸlarında, Yugoslavya’nın dağılma sürecinde, referandum sonucu bağımsızlığını ilân eden ve kısa bir süre sonra BM’ye üye olan Bosna-Hersek’i hedef alan Sırp iÅŸgali ve soykırımı karşısında Konsey çok uzun bir süre âdeta süt dökmüş kedi gibi “sessiz ve sitemsiz” kalmıştır. Böylece, Güvenlik Konseyi’ndeki sürekli üyelerin “Avrupa’nın ortasında Müslüman bir gücün varlığına tahammül edemediÄŸi” tezi bir bakıma haklılık kazanmıştır. Üçüncüsü, 1990’lı yıllarda ve sonrasında Ä°srail’in Filistin halkına yönelik iÅŸgal politikaları devam ettiÄŸi gibi bu devlet, 1993’te imzalanan Oslo AnlaÅŸmalarına aykırı olarak, bir yandan Filistinlilere ait toprakları gasp ederek DoÄŸu Kudüs ve Batı Åžeria’da yasadışı yerleÅŸimler inÅŸa etmiÅŸ, bir yandan da bu mazlum halka karşı devlet terörü uygulamaya devam etmiÅŸtir. Bütün bu süreç boyunca, Güvenlik Konseyi Ä°srail barbarlığını sessizce ve kayıtsızca izlemekle yetinmiÅŸtir.
Öte yandan, 1994’te baÅŸlayan Rus-Çeçen savaşı sırasında, yüz binden fazla sivil Çeçen, Rus güçlerce katledildiÄŸi halde, Güvenlik Konseyi bu “savaÅŸ suçlarını”, “insanlığa karşı suçları” ve bu vahÅŸetin yol açtığı mülteci akımını, “uluslararası barış ve güvenliÄŸe yönelik tehdit” olarak görmemiÅŸtir.
21. yüzyıla ulaÅŸtığımızda bu ikiyüzlülük âdeta zirve yapmıştır. Afganistan ve Irak sırasıyla 2001 ve 2003 yıllarında ABD öncülüğündeki bir grup devlet tarafından iÅŸgal edilirken Güvenlik Konseyi hiçbir tepki göstermediÄŸi gibi iÅŸgalden kısa bir süre sonra aldığı kararlarda ‘otorite’ olarak tanımladığı iÅŸgalci güçlerle diÄŸer devletlerin iÅŸbirliÄŸi yapmasını talep etme densizliÄŸini göstermiÅŸtir.
2006 yılında ise Etiyopya ordusu, halkının hemen hemen tümü Müslüman olan Somali’yi ABD’nin de teÅŸvik ve desteÄŸiyle iÅŸgal ederken Güvenlik Konseyi yine kılını bile kıpırdatmamıştır. Bunun nedeni açıktı: Somali’nin büyük bölümünü onca yıllık iç savaÅŸ ve kaostan sonra belli bir istikrara kavuÅŸturan Ä°slamî yönelimli hükümet, ABD ve Ä°srail’in bölgeyi kendi emperyal çıkarlarına uygun olarak ÅŸekillendirme isteklerine boyun eÄŸmediÄŸi için cezalandırılmıştı.
Aynı yıl, bu kez Ä°srail, yine Müslüman-çoÄŸunluklu bir ülke olan Lübnan’a karşı topyekûn saldırıya geçerek büyük çoÄŸunluÄŸu sivil olmak üzere 1000’den fazla Lübnanlıyı katletmiÅŸ ve bu ülkenin altyapısını çökertmiÅŸtir. Ne var ki, ne iÅŸlediÄŸi “saldırı suçu” ne “savaÅŸ suçları” ve ne de “insanlığa karşı suçlar”, Güvenlik Konseyi’nin bu saldırgan devlete karşı bir yaptırım kararı almasına yol açmıştır. SessizliÄŸini bir ay boyunca koruyan Konsey, bu sürenin sonunda hem içerik hem de zamanlama olarak Ä°srail’in önceliklerine uygun, “tarafları ateÅŸkese çağıran” bir karar almakla yetinmiÅŸtir.
Ne gariptir ki, aynı Konsey, yine 2006 yılında, küresel mütehakkim güçlerin 1979’da gerçekleÅŸen Ä°slam Devrimiyle birlikte “bağımsız” bir tutum sergilemeye baÅŸlamış olan ve o yüzden de kendisini uzun süredir cezalandırmak için fırsat kolladıkları Ä°ran’a el atmıştır. Konsey; ABD, Ä°ngiltere ve Fransa’nın baskısı ve Ä°srail’in kışkırtmasıyla, Ä°ran’ın nükleer enerji programını, “uluslararası barış ve güvenliÄŸe yönelik ciddî bir tehdit” olarak gösterme çabası içinde olmuÅŸtur. Oysa Konsey’in tüm sürekli üyelerinin ve Ä°srail’in elinde mebzul miktarda nükleer silah olduÄŸu herkesin malûmu idi. Neticede, Ä°ran 2006-2016 yılları arasında, kapsamı giderek geniÅŸleyen bir askerî, ticarî ve malî ambargonun kıskacı altında tutulmuÅŸtur.
Aralık 2008/Ocak 2009 tarihlerinde Ä°srail’in Gazze’ye yönelttiÄŸi topyekûn saldırı ve bu saldırı sırasında çoÄŸu sivil 1300’den fazla Filistinlinin katledilmesi ve iÅŸlenen savaÅŸ suçları karşısında, Güvenlik Konseyi’nin kılını bile kıpırdatmadığı da herhalde hatırlanacaktır. Temmuz 2014’te Ä°srail tüm dünyaya bir “déjà vu” yaÅŸatarak, bir kez daha Gazze’ye en az önceki kadar acımasız ve kapsamlı bir saldırı baÅŸlatıp yedi hafta süren bu saldırı neticesinde 2300’den fazla Filistinliyi katledip, 10,000’den fazlasını yaraladığında, pek tabii, Güvenlik Konseyi bu barbarlık gösterisini sessizce izlemekle yetinmiÅŸtir.
Arap Baharı sürecinde ise, aynı Güvenlik Konseyi, “petrol zengini” Libya’daki Kaddafi rejiminin özgürlük talebiyle sokaÄŸa çıkan muhalifleri katletmesi nedeniyle NATO ülkelerini bu ülkeye müdahale konusunda yetkilendirmiÅŸtir. (fiiliyatta, 1973 sayılı kararda verilen yetkinin aşıldığını belirtelim) Konsey, Libya’da 2011 yılında iÅŸlenen “insanlığa aykırı suçlar”ın uluslararası barış ve güvenliÄŸe “tehdit oluÅŸturduÄŸuna” hükmetmiÅŸtir. Buna karşılık, aynı organ, rejim güçlerince benzer insanlık suçlarının iÅŸlendiÄŸi; ÅŸu ana dek yaklaşık 500 bin insanın (hususiyetle rejim güçlerince) katledildiÄŸi Suriye, tarihinde ilk kez özgür seçimler sonunda CumhurbaÅŸkanı olan Muhammed Mursi’nin 2013’te darbeyle devrildiÄŸi ve ardından özellikle Müslüman KardeÅŸler mensuplarını hedef alan katliamların gerçekleÅŸtiÄŸi Mısır gibi diÄŸer Arap ülkelerine yönelik olarak böyle bir karar almamıştır.
Bugün BM Güvenlik Konseyi’ne iliÅŸkin olarak vurgulamamız gereken en temel sorunlardan birisi ÅŸudur: SoÄŸuk SavaÅŸ sonrasında, ne Rusya ne de Çin gibi veto yetkisine sahip sürekli üyeler geçmiÅŸte Sovyetler BirliÄŸi’nin ABD’ye karşı oynadığı dengeleyici rolü oynamak istemektedir. Ayrıca Konsey’deki sürekli üyelerin hepsinin kendi topraklarında yaÅŸayan Müslüman azınlıklarla sorunları vardır. Yine bu beÅŸ ülke Ä°slam dünyasının bütünleÅŸme olasılığını kendi çıkarları açısından “tehlikeli bir geliÅŸme” olarak deÄŸerlendirmektedir. O nedenle, 1990’ların baÅŸlarından bu yana zaten bunca iç ve dış sorunlarla boÄŸuÅŸmakta olan Ä°slam dünyası, bir de hukuk ve ahlâk-dışı Güvenlik Konseyi kararları yoluyla âdeta kıskaca alınmıştır ve bazılarının “diÄŸerlerinden daha eÅŸit olduÄŸu” bu organ bugün Ä°slam dünyasının güvenliÄŸine yönelik önemli bir “tehdit” hâline gelmiÅŸtir. Buna karşı atılacak ilk adım, Güvenlik Konseyi’ne iliÅŸkin reform tartışmalarını her daim gündemde tutmak olmalıdır.
Henüz yorum yapılmamış.